Sacha Baron Cohen komedilerini "absürd" diye tanımlayıp geçmek de bir opsiyon pek ala. Ama işte ben de bunu yapacaksam, ne diye blog açtım dedim bir an. Benim için kaba anlamda iki çeşit komedi var; biri hakkaten zeki esprilerle düzenlenmiş bir metin üzerine gelişir, diğeri de böyle absürdlük ve iğrençlikler barındırır. Ha ikisine de gülerim, o ayrı.
Film çıktığında ben ortaokulda falandım sanırım. Etrafımda da sağlıklı insanlar yoktu maalesef. Kime sorsam "ay iğraaannçç" tepkisi aldığımdan, o zamanlar da tek başıma sinemaya gitme gibi huylarım yok tabii, öyle geçiştirdim.
Tamam iğrenç kısımları var, ama komik iğrenç işte. Azamat'la oteldeki kavgaları iyiydi bak. Hayır, Azamat'ın kıllı totosunun meraklısı değilim de, güldürüyor işte. Keza eşcinsel yürüyüşünde karşılaştığı adamlarla münasebeti, 'not-joke'taki tavırları... Hele hele küçüklüğümün unutulmaz ismi, beraberinde iki adet güdümlü Tomahawk füzesi taşıyan ablamızın peşinden koşuş hikayesi yok mu.
İğrençliği bir kenara bırakırsak, bazı tutum ve düşünceleri de açık açık makaraya alması güzel. Yahudi'lere davranışın abartısı, feminizm kollarına karşı ufak çaplı mücadele, Kazak yaşam şartları, Amerikan insanının genel yaşamsal faaliyetleri ve hayat standardı çeşitliliği, hatta Hristiyan bağnazlığına geçirdiği o sahneler vs vs. Bu yüzden de izlenesi bir film, işte bunlar hep makara.
Kazakistan menşeili bir hikaye var da, o kendi sunduğu programı açışında "yieeakşannlar" deyişi bile başlı başına artı puan olabiliyor. Ha çıksa dese ki bıçkın Kazak delikanlıları, "kardeşim bizim ülkemizi nasıl gösterm..." Gerçi bizim kadar kompleksliler midir, bilemedim.
Neyse ıktım ıktım, yine anca bu kadar çıktı. İlerleyen yazılarda geyiği daha da uzatabilmek dileğiyle efenim.
işsizsinemasever
20 Aralık 2012 Perşembe
Borat (2006)
14 Aralık 2012 Cuma
Argo (2012)
Ben Affleck'in oyunculuğu, bende hep ortası olmayan bir kavram olarak beliriyor. Diğer yandan yönetmenliğini üstlendiği filmlerde ise şimdilik kötü bir işi olmadı. Bu konuda, oyunculuğuna nazaran daha güvenilir bir durumda. Keza gerçek bir hikayeden uyarlama olan Argo'da da, çok çok iyi bir iş çıkarmış.
Biraz bayağı bakarsak konu, katakulliyle rehine kurtarma operasyonu ve neticede Amerika'nın başarıyla tamamladığı bir diğer hikaye. Neyse, ekşici bakış açısından sıyrılıp devam ediyorum. İran'da halkın kontrolden çıkıp Amerikan konsolosluğunu basmasının ardından 6 Amerikan diplomatın Kanada büyükelçisine sığınması ve CIA'in onları oradan çıkarma hikayesi olarak, (gerçek olay bazında) izlemesi gayet keyifli bir kurgu olarak gözüküyor.
Kurguyu da gerçekçi görüntüler destekliyor. İran'ın beşeri ve siyasal durumunun detayı bir yana, "Orta Doğu'yu aynı topun kumaşı gören basit Amerikan" kafasından uzak bir film. En azından film içindeki bir diyalogda İran-Irak ayrımının yapılması önemli. 70'ler sonu - 80'ler başı tarzı da gayet güzel yansıtılmış. Ben Affleck'in Ruud van Nistelrooy prototipi olması haricinde; büyük çerçeveli gözlükler, kıyafetler, saçlar çok iyi ayarlanmış.
Hayatın anlamını aramaktan ziyade, güzel bir konuyla harcadığınıza değecek bir 2 saati vaad ediyor Argo. Ben Affleck'in oyunculuğundan hazzetmeyeni anlarım fakat yönetmenliğini kesinlikle küçümsememek gerek. Ha küçümseyene de tavrımız belli: #ArgoFuckYourself.
Biraz bayağı bakarsak konu, katakulliyle rehine kurtarma operasyonu ve neticede Amerika'nın başarıyla tamamladığı bir diğer hikaye. Neyse, ekşici bakış açısından sıyrılıp devam ediyorum. İran'da halkın kontrolden çıkıp Amerikan konsolosluğunu basmasının ardından 6 Amerikan diplomatın Kanada büyükelçisine sığınması ve CIA'in onları oradan çıkarma hikayesi olarak, (gerçek olay bazında) izlemesi gayet keyifli bir kurgu olarak gözüküyor.
Kurguyu da gerçekçi görüntüler destekliyor. İran'ın beşeri ve siyasal durumunun detayı bir yana, "Orta Doğu'yu aynı topun kumaşı gören basit Amerikan" kafasından uzak bir film. En azından film içindeki bir diyalogda İran-Irak ayrımının yapılması önemli. 70'ler sonu - 80'ler başı tarzı da gayet güzel yansıtılmış. Ben Affleck'in Ruud van Nistelrooy prototipi olması haricinde; büyük çerçeveli gözlükler, kıyafetler, saçlar çok iyi ayarlanmış.
Hayatın anlamını aramaktan ziyade, güzel bir konuyla harcadığınıza değecek bir 2 saati vaad ediyor Argo. Ben Affleck'in oyunculuğundan hazzetmeyeni anlarım fakat yönetmenliğini kesinlikle küçümsememek gerek. Ha küçümseyene de tavrımız belli: #ArgoFuckYourself.
13 Aralık 2012 Perşembe
Tinker Tailor Soldier Spy (2011)
Aslında Oscar adaylığından önce, filmi kıymetli kılan ilk öğe İngiliz yapımı olması. Gereksiz Amerikan gösterişi ve hafifliğine maruz kalmamak önemli.
Soğuk Savaş yıllarında İngiliz istihbarat şeysi MI6'in, ABD - Sovyet kutupları arasındaki denge politikasını baz aldığı dönemlerde, MI6'teki bir çifte ajanın kimliğini ortaya çıkarma çabasında olan Smiley'nin (Gary Oldman) uğraşları üzerinden dönüyor bu güzide film.
Fazlasıyla ağır tempoya sahip. Yani demem o ki, bir 'izlence'ye dikkatinizi patlama-çatlama olmadan veremiyorsanız, hiç yaklaşmayın. 2 saate yakın bir süre boyunca; kafanızı kaşımak, hatta film izlerken yemek yemek gibi kötü alışkanlıkları bile cezalandırma potansiyeli olan bir film.
İstanbul'da çekilen bir filmin, İstanbul sahnelerini değerlendirmemek abesle iştigal olur. Şu ana kadar, İstanbul'u en iyi yansıtan film, açık ara. 70'lerin İstanbul'u olmasına rağmen hem de. Unkapanı - Taksim yolu trafiği ve birkaç klimalı bina görüntüsünü de çok abartmamak lazım. Tom Hardy'ye "Hasan, telefonu kullanabilir miyim?" dedirten bir kurgu, bu tip çekim falsolarını ört-bas etmeye yetmeli.
Başta belirttiğim Oscar muhabbetine dönmek gerekirse, adaylıklarda kalmalarına şaşırdım biraz. Yani en azından Gary Oldman, Karla'yla görüştükleri anı anlatırkenki oyunculuğuyla ufak bir heykelciği hak etmişti kesinlikle.
Nitekim ne muhteşem kurgunun, ne de bu oyuncu kadrosunun hakkını pek alabilmiş değiller. Beğenmeyenlerin çoğu da (eminim ki), bir yerde hikayenin gidişatını kaçırıp sonrasında da yakalayamayanlar. Dediğim gibi, tam konsantrasyon gerektiriyor. Hatta %113 falan.
Son olarak, sırf İngiliz yapımı olduğu için bile şans verilmesi gereken bir film. İzlemeyi bu kadar ertelediğim için de derin pişmanlıklar içinde satırları noktalıyorum.
Soğuk Savaş yıllarında İngiliz istihbarat şeysi MI6'in, ABD - Sovyet kutupları arasındaki denge politikasını baz aldığı dönemlerde, MI6'teki bir çifte ajanın kimliğini ortaya çıkarma çabasında olan Smiley'nin (Gary Oldman) uğraşları üzerinden dönüyor bu güzide film.
Fazlasıyla ağır tempoya sahip. Yani demem o ki, bir 'izlence'ye dikkatinizi patlama-çatlama olmadan veremiyorsanız, hiç yaklaşmayın. 2 saate yakın bir süre boyunca; kafanızı kaşımak, hatta film izlerken yemek yemek gibi kötü alışkanlıkları bile cezalandırma potansiyeli olan bir film.
İstanbul'da çekilen bir filmin, İstanbul sahnelerini değerlendirmemek abesle iştigal olur. Şu ana kadar, İstanbul'u en iyi yansıtan film, açık ara. 70'lerin İstanbul'u olmasına rağmen hem de. Unkapanı - Taksim yolu trafiği ve birkaç klimalı bina görüntüsünü de çok abartmamak lazım. Tom Hardy'ye "Hasan, telefonu kullanabilir miyim?" dedirten bir kurgu, bu tip çekim falsolarını ört-bas etmeye yetmeli.
Başta belirttiğim Oscar muhabbetine dönmek gerekirse, adaylıklarda kalmalarına şaşırdım biraz. Yani en azından Gary Oldman, Karla'yla görüştükleri anı anlatırkenki oyunculuğuyla ufak bir heykelciği hak etmişti kesinlikle.
Nitekim ne muhteşem kurgunun, ne de bu oyuncu kadrosunun hakkını pek alabilmiş değiller. Beğenmeyenlerin çoğu da (eminim ki), bir yerde hikayenin gidişatını kaçırıp sonrasında da yakalayamayanlar. Dediğim gibi, tam konsantrasyon gerektiriyor. Hatta %113 falan.
Son olarak, sırf İngiliz yapımı olduğu için bile şans verilmesi gereken bir film. İzlemeyi bu kadar ertelediğim için de derin pişmanlıklar içinde satırları noktalıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)